Monday, October 3, 2011

Neo-İttihatçılık

buraya da koyalım istedim, son on yılın önemli yazılarından biri.

08 Eylül 2011 Perşembe
Neo-İttihatçılık?

İslam alemi iki yüzyıldan fazla bir süredir Batı'dan darbeler alıyor. En son imparatorluk çapında siyasal yıkımı yaşadı. Önce kolonyalizmin pençesine düştü, peşinden ulusdevlet çağını yaşadı... Sömürgeleştirenler aynı zamanda ulusdevlet sürecini de "bahşeden"lerdi...

İslam dünyasının siyasal parçalanmadan çok önce Batı uygarlığı ile girdiği hesaplaşma aslında hâlâ devam ediyor. Yaşanan acı tecrübeleri salt siyasal ya da ekonomik sonuçlarıyla değerlendirmek eksik, yanlış bir okuma olurdu. Nitekim yaşanan süreci medeniyet perspektifinden değerlendiremeyen aydınlar ya eksik-çarpık şekilde okudular yahut Batı'nın aynasında kendine bakma kolaycılığına kaçtılar.

Sömürgeleştirdiklerine özgürlük verenler aydınları ve seçkinleri marifetiyle kendi kendini sömürge kılmanın zihinsel prangalarını zihinlerine geçirmeyi başardı. Bu anlamda 'kendi kendini sömürgeleştirme'nin en tipik örneği Türkiye'de tecrübe edildi.

Bu tarihi süreçte, Osmanlı'nın son döneminden itibaren üç ana akım birbiriyle rekabet etti. Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık.

Batıcılık ve Türkçülük Batı'dan gelme ideolojilerdi. İslamcılık modern çehresine rağmen bu coğrafyanın varoluşsal imkanlarından beslenerek filizlendi.. Bu arada İslamcılık kavramını en genel anlamda aldığımı belirtmeliyim.

İslamcılar, Batı uygarlığıyla hesaplaşırken aynı zamanda bit teklif sunmaya çalışarak; egemen hale gelen batıcı düşünce ve siyasal temsilcilerine karşı muhalefet geliştirdi. Egemen dünya sistemi İslam dünyasında kendi siyasal modellerini icbar ederken aynı zamanda evrensellik iddiasındaki değerlerini de seçkinler eliyle yaygınlaştırmaya çalıştı. Hem siyasal sistemlere hem de Batı uygarlığının değerlerine karşı muhalefeti temsil etti İslamcılık akımı..

Osmanlı düşüş döneminden ulusdevlete uzanan yolda İslamcılık ana akım olarak muhalif planda kaldı. Kendi seçimi olmasa da dünya sisteminin bu coğrafyaya dayattığı siyasal ortam İslamcılığı olanca yerli olma imkanlarına karşın muhalefette kalamaya itti.

Modern ulusdevletin ideolojik özüne ve örgütlenmesine, taşıdığı uygarlık değerleriyle entelektüel hesaplaşmaya girerek alternatif bir duruşun imkanlarını kolladı.

Bu açıdan bakıldığında muhafazakarlıkla İslamcılığı birbirinden ayıran çizgi siyasal sistemlerin ideolojik aygıtlarına ve doğasına ilişkin geliştirdiği tavırda ortaya çıkar.. İttihatçılık sistemi onarmak üzere geliştirilmiş konjönktürel muhafazakarlıkla süslenmiş devletçi bir milliyetçilik türüydü. Ulusdevlet sonrası hatlar iyice ayrışarak sadece İslamcılık değil bizzat İslam'ın kendisi görünür plandan sürgüne gönderilecektir. Neticede devletin sosyal bir çimento olarak ehlileştirilmiş bir dini öne çıkarması İslamcı düşünceye karşı da önleyici bir tedbirdi.

Yakın dönem siyasal tarihte İslamcıların açıkça olamasa da ima ederek siyasal mücadele verdikleri olmuştur. Sistem içi bu yapılanma İslamcılığın entelektüel imkanlarını yansıttığı da söylenemez.

Son dönem daha çok dışarıdan yapılan etiketleme ile İslamcı olarak tanımlanan siyasal çizgiden gelen kadroların bu mirası reddederek gerçekleştirdikleri siyasal atılım bir yönüyle başarı öyküsüdür. Ne var ki bu öykü ne İslamcılık hanesine yazılabilir ne de alternatif sunma anlamında yeni bir perspektiftir.

Osmanlı son döneminden beri ortaya çıkan üç tarz-ı siyasetin zaman zaman devreye sokularak sistemik krizlerin aşılma denemesi bir devlet geleneği, refleksidir. Bu çerçevede AKP deneyimi en azından kültürel kodları itibariyle İslamcı köklerden gelen kadroların devreye sokularak sistem içinde alternatif olma imkanları ellerinden alınması olarak da okunabilir . Sistem hem yaşadığı en büyük krizi, kendi kendini yönetememe krizini bu zamana kadar dışarıda tutulmuş dinamik unsurlarla aşmayı hem de alternatif olma imkanlarını elinden almayı başardı. Böylece sosyolojik olarak çevredeki sessiz çoğunluğu sisteme entegre etmeyi denedi.. Ve de başarılı oldu.

Devlet, merkezin dışında kalan en dinamik unsurları, aynı zamanda küresel sistemle uzlaşmış olarak kendini yenilemiştir. Hem devlet hem de yerli muhalif unsurlar dönüşüm geçirirken küresel sistemle uyum öne çıkmıştır. Kolonyalizm sonrası ulusdevletleşme ne kadar özgürleşme ise küresel kapitalizme siyasal ve ekonomik entegrasyonun yanısıra düşünsel uyum/dönüşüm karşılığı sisteme çekilmeleri benzer bir süreci işaret eder.

Bu açıdan bakılınca Türkiye hem tarihinde önemli bir momentumu yakalamış hem de küresel sistemle, en muhalif unsurlarını dahil ederek entegre olmuştur.

Bu durumda İslamcıların devletle iç içe geçmesi, medeniyet iddialarını bir çırpıda unutarak kendilerini sistemle özdeşleşmeleri Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli başarılarından bir sayılmalıdır.

Bir bakıma İslamcılığın milliyetçiliğe dönüşüdür tanık olduğumuz. İdeolojik yapısına ilişkin sorgulamayı bir kenara bırakarak sistemle özdeşleşen muhafazakarlaşma söz konusudur. Küresel kapitalizmin değerlerini sorgulamak yerine içselleştirerek güçlenen, bölgeye nizamat vermeye soyunan muhafazakar milliyetçilik türü tanık olduğumuz. Başka ifade ile İttihatçılığa evrilen bir İslamcılık: Neo İttihatçılık

Thursday, September 29, 2011

ölenleri ayırmayın

http://www.haberciniz.biz/genc-cift-otel-odasinda-intihar-etmek-istedi-1158889h.htm

Saturday, September 24, 2011

hakkın rızasını gözetmek Allah'ın gücüne gitmekle olacak.

Wednesday, August 24, 2011

Angaralı Allah Danrı

Tasfiye'de güzelden çakmışlar Sayın'lara sayın'lara. ben de ilave edeyim kitabı iletişimden çıkacak diye geceliğini geçirmiş sağcılığa



Kitap rezalet. Siyasal ilahiyat tartışmaya çalışan bir metin ne Avrupa'da bu alandaki çalışmalarla ilgilenilmiş (Bloch'un Les Rois Thaumaturges, Kantorowicz, Apostolides, vs) ne de hermenötik bir inceleme var. Krallık, egemenlik ve iktidar kavramlarını 'kurum' kavramını unutarak (ki modern 'din' kavramı, tam da bu kitabın anladığı anlamıyla karşılaştırmalı din çalışmaları çerçevesinde William Robertson Smith tarafından 'kurum' kavramıyla birlikte düşünülmüş, Frazer ve Durkheim ya robırtsın simit sen çok yaşa diye tekrarla kendisine şukuyu basmıştır) ele almış, bu 3 temel kavramı ise 'verili' olarak kabul etmiş. İşbu semantik anakronizmin işlevselliğinde. O işlevse kavramla metafor arasında çılgın atan felsefeden (Nietzsche - Kofman - Deleuze) nasiplenmeme, gösterenle gösterilen arasına girememe arzulara dolanamamaktır. Ya hocu siz şaka mısınız amk

Tuesday, August 23, 2011

korkmayin abiler

yeni islamciligin yuz aki tokat'li tasfiye ekibinden (adina qurban) beytullah emrah once son zamanda emek ve adalet'in iftarlari uzerinden, sosyal adalet vurgulu islamciliga karsi gelistirilen liberal-sagci ataga karsin guzel bi kompozisyon, sik bir gogus hareketi yapmis. bi de bunu oyle tipik haksozcu, gart-gurt vaaz diliyle degil, cok 90'lar cok memetefe diliyle yazmi, yani 'abiler' diyalekti, 'buradayiz' vurgusu felan hos. bu vesileyle meni alintilayalim onemine binaen

Korkmayın abiler, buradayız hâlâ!

Korkmayın abiler, İslamcıyız çok şükür. Her gün yalnız Rabbimiz’e “Bizi dosdoğru yola ilet” diye dua ediyor, ayaklarımızın istikamet üzerine kalması için çabalıyoruz. Ne sağa saptık ne de sola… Ama sizin bu korkularınızdan tedirginlik duymuyor da değiliz…

Başörtüsü diyoruz, tek sorununuz bu mu diyorsunuz. Kapitalizm de var diyoruz, emek, alınteri filan; başımıza solcu mu kesildiniz diye sızlanıyorsunuz. İyi ama burnumuzun dibinde mazlum bir halk duruyor bu konuda ne yapacağız şimdi diye soruyoruz, o zaman da Kürtçülük yapmış oluyoruz. Yani siz de…

Basit bir şekilde izah edelim. 28 Şubat’ta yenildik ama alarm zilleri daha önce çalıyordu. Uyarmadınız. Olan oldu artık. Sonra karşı bir dalgayla AK Parti geldi. İslami muhalefet bayrağını ortalıklarda fazla dalgalandırmanın yıpratma ihtimali konuşulmaya başlandı. Mahallenin adamlarıydı, biraz sabretmeliydik, işte bize duble özgürlük yolları açıyordu, fırsatı iyi değerlendirmek lazımdı.

İyi de böyle bir yaklaşım, muhalif damarın devlet gövdesi içinde dolanıp dururken kördüğüm olmasına sebep olmadı mı? Doğru damara taşınamayan potansiyelin çoğu boşa akıp gitmedi mi? Kaç yıldır asıl ifsad kaynağının mevcut iktidar örgütlenmesi ve bunun yarattığı rantı paylaşmanın kavgasını veren yeni düzen taliplilerin siyasal önderliğine teslimiyet olduğunu neden yüksek sesle bağırıp çağırmadınız? Derdimiz adalet değil miydi? Niye güç elimize geçti zannına kapılıp derdinizi ikinci plana atarak birçok adaletsizliği görmezden gelmeye başladınız?

Mesela kaç yıldır düşe kalka da olsa tersten esen rüzgâra karşı verilen başörtüsü mücadelesine kayıtsız kalmak neyin nesiydi, hiç hesabını vermediniz. Şimdi YÖK eliyle ihsan edilmiş gibi sunulan fiili bir serbestliği hiç dahlimiz olmadığı halde kazanım diye deftere yazıyorsunuz. YÖK’ün kaldırılma talebinden neden vazgeçtiğinizi de ayrıca izah edersiniz artık. Bahşeden Hükümet’in atacağı adımları beklemek yerine yola düşseydiniz ya… Hem yolun güzelliğini, yolda olmanın faziletini anlatanlar siz değil miydiniz?

Kapitalizm meselesi de var tabi… Her iki kişiden biri azami çalışıp asgari ücret alırken, mevcut neoliberal politikaların pazarlamacılığını yapan siyasal iktidar tüm düzeni taşeronlaştırırken, borç-kredi-faiz sarmalı milyonlarca insanı gırtlarken “bu işler neden böyle gidiyor?” diye sormayalım mı yani? Sola öykünmeymiş, sol jargonmuş vs. İyi de kapitalizm demeden bu ekonomik düzenin nasıl işlediğini anlatabildiniz mi? Sorunun teşhisini Marx yaptı diye adamın mezarının yanından ıslık çalarak geçmemizi mi istiyorsunuz? Bu konuda yaşadığımız çağın sorunlarını, çelişkilerini tarif eden işlevsel bir kuramsal-pratik birikim bıraktınız da, şimdi biz mirasyedilik mi yapıyoruz?

Kürt meselesine gelince… Ona da karşıyım, buna da karşıyım, şuna da karşıyım derken bir türlü nerde durmanız gerektiğine karar verememişsiniz zamanında. Bugün ise devletin ayak izine basıyorsunuz, farkında değilsiniz. Madem zaten geç kalmıştınız, açılım parantezine girmek için o aceleniz de neyin nesiydi? Kaç yıldır beklemişsiniz, o günlerde de biraz serin dursaydınız, geçmişten ders alıp gerçekten çözüm mü havuç mu uzatıldığının ortaya çıkmasını bekleseydiniz, böyle angajmanlara girmeseydiniz fena mı olurdu? Nereye geldik şimdi? Siz çözüm konusunda rollerin değiştiğine bizi ikna etmeye çalışıyorsunuz. Sizi kim, nasıl ikna etti?

Derdimiz de çok, söyleyeceklerimiz de… Ve derdimizi İslamcılığın içinden söylemeye devam edeceğiz. Ne kompleksimiz var ne öykünmeciliğimiz. Çıkmazları da görüyoruz, sapmaları da… Allah’a inanıyor, tevhidi mücadele geleneğinin ilk ademden bugüne kadar getirdiği çizgiye güveniyoruz, çok şükür.

Lakin gelin görün ki, her şeyden evvel, sizi ikna eden o siyasal önderlik bizi teskin etmiyor!

Kendi cemaatinde adam biriktirme tarzı hareketleri ne kadar şık da gerçekleştirseniz bize yeterli gelmiyor.

Öyle bireysel kurtuluşlar toplamından toplumsal kurtuluşa ereceğimize inanmıyoruz.

Herkese Müslüman bir siyasal muhalefetin inşasını kaçınılmaz ve ertelenemez bir sorumluluk addediyoruz.

Çabamız da gücümüz yettiğince bunadır.

Olur ki bir kez daha yeniliriz.

Dert değil, bir kez daha ayağa kalkmaya çalışırız.

Allah bize yeter.

Yine de diyoruz ki, gelin birlikte direnelim.

Yalın ayaklı çocuklar, gözü yaşlar analar uğruna…*

* Pardon, biz hala slogan atıyoruz; meydanlardan kalma bir alışkanlık. Bu arada hâlâ oralarda bir yerdeyiz yalnızca orada kalmamakla birlikte.


Monday, June 20, 2011

eski defterlerden

"Fakat birdenbire gecenin sessizliğini saat sesleri yıktılar. Evin hemen her tarafından zaman kendini ilan ediyordu. Beyhudedir, diyordu, bütün bu ıztıraplar, unutmalar ve hatırlamalar, ben varken hepsi beyhudedir." Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, sf.125.

Monday, May 23, 2011

LA diyenlere selam olsun!

Bize mahkemeleri tanımayan, onun karşısında eğilmeyen insanlar lazım

Enver Aydemir'e destek verdiği için dava açılan Mehmet Lütfü Özdemir çıkartıldığı mahkemede
Duruşma salonuna girildiğinde hakimin "Savunma için ayağa kalkman gerekiyor" dediği Özdemir, bunun gerekli olmadığını ve savunmasını oturarak yapacağını söyledi.

Özdemir, müslümanlar olarak, "ilahi adaletin yeryüzünde insan eliyle gerçekleşeceğine", bunu yaparken de "gösterişli makamlardan, mevkilerden, kapitalizm ve emperyal projelerin dayattığı yaşam tarzından uzak durduklarını" söyledi. “İnandığımız gibi yaşar, davamızda yalnız kalsak da öyle ölmeyi şeref sayarız” şeklinde konuştu.

http://www.timeturk.com/tr/2011/05/23/ezilenler-icin-mucadele-farzdir.html

http://www.youtube.com/watch?v=B1Z1x4QPuwI

Sunday, May 15, 2011

















Proquest'de makale ararken arapça bir isim yazınca hiçbirşey çıkmamaması ve suggestions'da bütün önerilerin terroism ile ilgili olması neye işarettir merak ediyorum













Saturday, April 23, 2011

Ödipalize Ölüm

Bernhard'ın Amras novellasının TC versiyonu Sağocak kardeşler, kendisini ÖSSye sokmadığı için annesini öldürmeye kalkışan ve bilahare satanist damgası yiyip tımarhaneye kapatılan kızın bile ötesine geçerek memleketin  delilik mesaisinde yeni kapılar açtık. toprakları bol olsun, onlara cenaze namazı kıldıran imam, tc için ölen askeri de şehit diye gömüyor, ibretlik. her neyse asıl güzel jest bir psikologdan geldi.

Prof. Dr. Arif Verimli: Kahraman Maraş’ta yaşanan olayı yakından takip ettim. Hatta olay yerine gidip incelemeyi bile düşünüyorum. Çünkü şimdiye kadar Türkiye’de toplu intihar olayı yaşanmadı. Dünyada toplu intihar olayları gördük. Buna da ‘kolektif intihar’ adı veriliyor. Ancak bunların temelinde genelde din ya da felsefi bir temel vardır. Maraş’taki olayda ise yok. Aşırı anne sevgisiyle ilgili bir hastalıktan bu olayda bahsetmemiz çok zor çünkü, intihar edenlerin arasında kız çocukları da var. Bundan 5-6 yıl önce bir olay yaşanmıştı. Bu olayda da iki kardeş vardı. Ölen annelerinin yanından çıkmamışlar, günlerce yaşamışlardı. Ama bu olay çok farklı. Çok çok sıra dışı bir olay. Bu olayı öğrenmek yeni ufuklar açar.

kız çocukları. arif hocanın ağzının suyu akıyor. buradaki sikik psikanalizmin olayın radikalliğini nasıl bastırmaya çalıştığına ve gene bok yemiş gibi sıçtığına bir dikkat edin.

Friday, April 22, 2011

dua eden barbie, götümle gülüyorum

göbeğine basılınca gagging,
baba nidalarında enseste hayır mesajı

http://www.youtube.com/watch?v=bBm7MZvuqzc&feature=player_embedded

barbie'ye bile allah'a (cc) bu lanet millet-devlet için dua ettirtiyorlar

Thursday, April 21, 2011

Götünde Pilli Dildosuyla Masa Başına Oturan Milli Gazete Yazarı Müminelere İktidarını Gösteriyor



mesele kararın erkek-devlet-ordu çizgisinden çıkmaması, zaten türkiyede sosyal bu üçgene sıkışmış durumda, kadınlar yerini bilsin de mi musti, umarım götünü sikerler, aids'den gidersin

Wednesday, April 6, 2011

diyanet meselesi

eh bismillah deyelim
Öyle ya da böyle Diyanet konusunda İsmail Kara amcamızın çok güzel yazıları var.
Son zamanlarda da birçok yazı falan çıkıyor konu hakkında, fakat
Bu durum biraz, halihazırda herkesin kemalizmi dövmesi gibi bir şey biraz, bir yönüyle de değil;
sivil cuma namazı güzel hareket eyvallah fakat 85 yıl gibi bir gecikme ile oldu bu şekil bir hareket.
öyle ya da böyle, 85 yıl içinde bütün mücadelelere şuna buna karşı Diyanet denen kurum meşruiyetini (birçok kişi nazarında) tasdik ettirdi, yapılar kuruldu, coca cola gibi oldu; artık her köyde
uluslararası da tanınır hale geldi, sağa gitti sola gitti...vs bir şekilde artık müslümanlar bu kuruma bağlandı/bağlatıldı
peki nerdeyiz, ya da Diyanet bizim neremizde?
biraz bunun üzerine düşünmek hoş olabilir.
eyvallah necaseti var, ama geçen 85 sene var, oturan birçok şey var, konuşulan(/konuşulmayan) tartışılan(/tartışılmayan) birçok şey diyanete göre şekillenmiş bir toplum var, biraz rahata alışmış, boşluklarını "cemaatler" adı altında doldurmuş bir yapı oldu
....
yani, cuma namazı güzel, ama nerede duruyor
ve, "tamam kılalım da şimdi ne olacak?"

Tuesday, April 5, 2011

Eli Öpülesi Akademisyenler

Önce Oryantalizm ve oksidantalizm üzerinden genel ahval-i şeriat'ı çizdikten sonra Kemalizm ve Humeyni üzerinden İslamcılığı ve Ortadoğudaki İslami hareketler'in son 200 yıllık serencamını muhteşem bir okumaya tabi tutan, saygı duyulası insan Bobby Selman Sayyid

Star gazetesinin abuk sabuk yazar transferi kampanyası çerçevesinde, ortadoğudaki son olaylar üzerinden ilk yazısını yazdı, böylece takip edilesi, yazıları dört gözle beklenebilecek insanlar listesinin başına oturmuş oldu.
http://www.stargazete.com/dunya/yazar/bobby-salman-sayyid/-muhaberat-kemalist-devletin-cozulusu-341342.htm

Kendisi kitabının kapağından da anlaşılabileceği üzere; dinamitlemek üzere, yıkmak bölmek üzere yazar yazılarını, inşallah tekrar okumayı düşündüğüm bi kaç kitaptan biridir.
http://www.idefix.com/kitap/fundamentalizm-korkusu-avrupamerkezcilik-ve-islamciligin-dogusu-s-sayyid/tanim.asp?sid=CTUVVGXQM88CCV12SL5Z

Ya bide alakasız olacak ama Thomas Paine okuyordum, internetten baktım mısırdaki olaylar sırasında amelenin biri onun kitabı bayrak yapmış...
http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/1-milyonu-gectiler.html?position=25



Monday, April 4, 2011

Nur Vergin'den Biyanetizme Telin

Batidaislamalgisi.blogspot u takip edenler biyanetizmin ne olduğunu hatırlayacaklardır. Türkiye'nin fosilleşmiş sosyologlarından Nur Vergin'de Taraf'a verdiği röportajda bu tartışmaya şu sözleriyle saolsun destekte bulumuş:

"Bazıları da, 'Ezan Türkçe okunsun. Arapça okununca anlamıyorum' diyor. Bunu diyenlerin çoğu zaten ezanla alakası olmayan insanlar. Peki sen ezanı anlasan namaza mı duracaksın?"

Röportajda Türkiye'de Din-İslam algısına dair bi kaç tespiti daha var, bakmak isteyenler için
http://www.haksozhaber.net/news_detail.php?id=20578

Tabi Nur Vergin demişken, Türkiye'de liberalizmin yılmaz temsilcisi olan Atilla Yayla karşısındaki bodoslomasını anmadan geçmekte olmaz.
http://www.youtube.com/watch?v=M9uO8YAF_lg (videoyu hazırlayanda maytap yapmış)

Bu vesileyle Cevat amcanın bana aktardığı bir olayı da paylaşayım.

94 seçimlerinin ardından bir arkadaşıyla birlikte bizim Cevat amca Nur Vergin'in Etiler'deki evine ziyarete, muhabbete gitmişler. gecenin ilerleyen saatlerine kadar muhabbete devam ederlerken, en azından 20 kere telefonla konuşmuş Nur Vergin ve arayanların derdi aynı,
Nur bu islamcılar İstanbul'da belediyeyi aldı ya, napıcaz, biz yurd dışı biletlerimizi ayırttık alıp, ayrılalım mı ülkeden gibi inanılmaz kaygılar, tabi Nur'da bunları sakinleştirmeye çalışıyormuş

Tabi buna benzer başka bir çok hikaye'de anlatılır, 90ların başında ülkedeki şeriat korkusuna dair ama anlamadığım bi şey var, bu ülkenin kuruluşunda takır takır ipe çekilenler Müslümanlar, her türlü konuda üzerine bok atılanlar sürekli Müslümanlar, ne adam gibi büyük infaz eylemleri var ne de ciddi bir silahlı yapılanma, burada bende beliren soru şu:

Bu insanların bu paranoyak korkuları nereden geliyo, nası kafalar, nası hafızalar var ki şeriat deyince yüzleri nurlanıp, bembeyaz kesiliyor...

zamanlar geçerken

aşağıda 2 yazı paylaşılmış, iletişimsizlik örneği iki yazı. kendi yaşadığımız gerçekliği anlamamak adına sürdürülen inatlaşmaların örnekleri, masabaşlarından masabaşlarına mektuplar. başbaşa verip, yüzyüze gelmeden.

lacan travmayı misencounter with the real'la tanımlıyor, gerçekle hatalı karşılaşma, vesikalı yarim'in 'çok eskiden tanışacaktık'ı, müslümanlar gerçekleriyle karşılaşamıyor. sorun daryush shayegan'ın ve sikko sekülerlerin arzuladığı üzre 'geç kalınmış modernlik' değil, bu modernitenin bir kendi pratiği olduğunu unutan, ve unutturmasında bunu şifreleyen, vücuda işleyen bir jest. bu dövmenin alameti batının zamanına köleliğini bedenine kazıyarak, yasayı içermeden ama yüzeyde alarak yaşamak. cihangir'de cami bahçesinde çay içip yahya kemal okuruz.

diyeceğim birşeyler yanlış gidiyor, elimiz ayağımız tutmuyor.

diyanet'ten taharet yahut "sivil" bir islam?

http://www.yuksekovahaber.com/haber/sivil-cuma-namazi-48957.htm

öcalan'ın bir süredir görüşme notlarında yaptığı çağrılar, çözüm çadırlarında kuvveden fiile dönüştü. geçen hafta başta bölge illeri olmak üzere pek çok şehirde ve de izmir'de Kürtler "sivil" imamlar eşliğinde, anadillerinde hutbe dinleyerek saf tuttular.

işin siyasi/pragmatik boyutunu ve Kürt hareketinin bu noktadaki samimiyetini sorgulamayı bir yana bırakırsak (şüphesiz kalpleri yalnız Allah bilir!) memleketteki 85 senelik Diyanet sultasına karşın, önemli ve kitlesel bir çıkış olması ciddi.

daha evvel Konya mitingi, Ercümend Özkan'ın islam partisi, vakıf-dernek binalarında (Akabe, İLKAV, HakSöz vs) benzeri girişimlere aşinayız. fakat buradaki gibi total bir reddiye ve kendi özerk/ otonom tavrıyla bir inşa nadirattan. bu tavır Türkiye'deki kemalist diyanet modelinden kurtulmak ve bu invented Hanefilikten sıyrılmak noktasında acaba bir hat oluşturabilir mi?

en azından bizzatihi fiili olarak bence ciddi bir durum. kürt medreselerinin el'an vaziyeti hakkında bir bilgim yok fakar anadil tartışmalarıyla birlikte oradan da bir kalkışma olursa bu iş baya fantastik olabilir. mevcut İslami ilim ve idraki yapısal bir şekilde şekillendiren bu aygıtın devredışı kalması baya error alameti.

hayrolsun diyorum. her biji

Tuesday, March 29, 2011

Modernite'nin İslamı

Selim Kardeşin Temmuz 2009'da kaleme aldığı bir ayar girişimi bu metin, Kaddafi'ye de salam çakmış o dönem, şimdi hatırlamak manidar olur:) yazıda fikri olarak infaz edilen arkadaşın ismini bilinmez haline getirdim ki, kişiler değil fikirler hatırlansın:)

Ortadoks, heterodoks algılar muhabbeti içinde bişeyler söylüyo sanırım

not: bu muhabbet dediğim birikimdeki sol-ilahiyat tartışmasının gelip dayandığı nokta...

Hafızılara gelsin...

aslan kesilen "ressentiment" (hınç) selinden geriye kahkaham kaldi. bu arkadasim demeyecegim sahsin kacirdigi bir nokta var, neden? neden birileri bu arkadasin dediklerine inansın? ayet hadis bombardimani modasi gecti zannediyordum 80den sonra ama geri dondugunu hissediyorum. bir yandan batinin tasralasmasi denilen, bir taraftan da batinin ickinlesmesi olan bir surecte, bastirilmis ruhlarimiz 3.dunyalardan 2lere, 1lere akiyor, hizini alamiyor tabii 0'ı zorluyor, az kassak gokyuzune, caravaggio'nun tanri'yi koydugu kiç ortama varacagiz, sagolsun kardesimiz oraya coktan varmis.

ayardan once bir noktaya deginmek isterim. eger islami anlatacaksaniz ayet hadis copy paste ine gerek yok. siz de bu ayet ve hadisler bedenlenmisse, yazi kendini yazacaktir, islamı soyleyecektir. bir stil olarak beyaz boslukta forma kavusacaktir. alintilar bir yalani soylemenin en temiz yolu.

alintilar stratejilerdir. yazarin kendini aklama yontemidir. nerede neden alintilandigina dikkat edilmeli. cunku ortada bir montaj var. altalta siralamak, dizmek altini cizmek bold italik yapmak hepsi bir oyunun kisaltmalari. burada arkadasimizi rezil etmemek icin psikanalitik bir metin okumasina girmiyorum. semptomal hale gelen bati kelimesiyle, psikanalistin yerini almış islam kelimelerinin nedensellikten kendilige macerasi teknik dili gerektirmesi sebebiyle hepimizi sikabilir. ozetle ortada ummet kisvesi altinda calisan fasizmce sekillenmis (nitekim 50lerden itibaren islam devleti diyenlerin kafasinda sovyetlerden baska bir sey yok) "islam devleti" cigirkanliginin, kendini mutlak olarak dayatan ve alternatifsiz dusunmeyi ALLAH'ın emriymis gibi gosteren bir yazi var. e tabi kardesimiz onden buyurmus goklere haber getirmis bizlere: allahın bize emri derken, kendi emrini soyluyor.

allahın bize emri yok, eger emri sosyo-tarihsel uzayda hareket hatti olarak okursak. "islam devleti" dedigimizde devlet kavramiyla coktaaan bati dusuncesine kancalanıyoruz ki, islamın bir seye yuklem (predicate) olarak gelmesi ise hint-avrupa dillerine ve metafizige ozgu bir jest. kaddafi'nin yesil kitabı bile daha derin analizler iceriyor devlet ve islam konusunda. gelelim çözüme:

"O halde esaslı bir boykot yapılacaksa İslami olmayan tüm fikir, kavram ve mefhumlara karşı yapılmalıdır."

'o hal'i yukarıda azicik acmaya calistim / 'esaslı' burada esas dedigimiz seyi esas almamiz icin herhangi bir arguman yok. zaten arkadasimizin kuran hadis vb meselelerde kabul ettigi tek yorumun da hakikat olduguna inanci tam. yani burada arkadasimiz esasli sikmis. / 'islami olmayan' tekrar islam bir yuklem olarak kullaniliyor. simdi bu jestle olan/olmayan ayrimi temellendirilmis sayiliyor, ama birisi cikip islam ne tanimlayabilir mi? burada total bir gorecelilikten tabii ki bahsetmiyorum ama halid beyin dini kendine kalsin pls / 'tüm' simdi bu bir kavramdir ve kant'la birlikte modeniteye girmistir ve modernite kurmustur aslinda. TUM dedigimizde arkitektonik kaygilarimiz var demektir. 'totalite' diye bir kavram modernite oncesinde yok. sorry birader, projen zaten moderniteye ait bir proje: bir esas alin (arkhe), bu esasi hakikat havuzuna daldirin (reality hem gerçeklik hem doğruluk anlamina gelir) ardindan TUM diye bir sey kesfedin, EVRENSELLIK! (metindeki ! isaretlerinin hareketini takip ederseniz, sinemada gerilim muziklerinin sekans ritmine ulasacaksiniz). sonra bu tumu sekillendirmek icin herseyi aracsallastirin: montajin dunyasindayiz: ayetler hadisler, kavramlar havada ucusuyor. ama mesnetsiz,neden? cunku burada mesnet birader'in kendisi, birader'in oznel yargilarinin alem sumul bir yargi haline donustugunu, birader'in de en yuksek mahkemenin hakimine evrildigini gorebiliyoruz (kant'taki otodidkat ozne iktidarinin en guzel bir temsilcisi arkadasimiz: dusunuyorum oyleyse buyrun burdan yakın -cf.sagopa kajmer-)

simdi ben de iki kelam edeyim; cozum oyle olmaz, neden? cozum dedigimizde bastan bir problemi kabul ederiz. bizim islamligimiz bir problem mi? peki bir problem nedir? kant'tan beri kartezyen uzayda resolution'la yani ANALİZle, principle of contradiction üzerinden; ayni zaman ve mekanda bir seyin sabit oldugu, 2 olamaaycagi ve 2seyin de ayni yerde ve zamanda olamayacigini gosterme = cozum. problem de bir seyin bunlari oldugunu iddia etmesi

mesela birisi derse ki; islamla, avrupalı kavramlar aynı zaman/mekan parametresini paylasamaz, bu meseleyi bir nesne formasyonu baglaminda, bir problem olarak algilamak demektir. sevgili einstein ve saz arkadaslarinin gosterdigi gibi, klasik fizigin ayni zaman ve mekanda 2sey olamaz ilkesi yalan oldu. problem de yalan oldu, eh bizim cozumlerde.

bir de metin 17.yy oncesi pedagojik dile cok yakin (merak edenler elias'ın process der zivilisation'una basın). itiraz edebileceginiz bir metin yok. metin yok aslinda. bu bir monolog. daha fazla bu konu üzerinde durmak istemiyorum habib kardesimizin isaret etmesiyle bu uzun ve gereksiz maili okuyarak ve buna cevap yazarak, Kant okudugum (ve dimagimi seytani gavurca dusuncelerle doldurdugum) masamdan yeteri kadar uzak kaldim.

diyecegim buyuk konusmayalim. kelimelerin dizilimlerinde yaptigimiz artisliklerin, gercek hayatta hicbir karsiligi yok. peygamber efendimiz'in islama cagirisinda cok antropolojik bir nokta var: resulallah (sav) hicbir zaman insanlarin yapamayacagi, pratigi olmayan seyleri onlardan istemiyor. siz de kendinizden istemeyin, hele baskasindan Allah adina, peygamber adina hic istemeyin, sonu iyi olmaz. sudokuya benzemez

frankfurt'tan sevgilerle.

Friday, March 25, 2011

Ortadoğu ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi Sempozyumu

Ortadoğu ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi Sempozyumu
maksadımız…
“Emek ve Adalet Platformu sermayenin emeği sömürmesinin de bir zulüm olduğu gerçeğini atlamadan her türlü haksızlık ve zulme karşı toplumsal adalet mücadelesine katkı sunmayı amaçlar.
Emek ve Adalet’in özgünlüğü, bu amaç için gayret gösteren fakat birbirleri ile mesafeli biçimde mücadele eden gruplar arasındaki diyalogsuzluğu fikri ve eylemsel bir ortak zeminde aşmayı, böylelikle Türkiye siyasetinde yeni bir damarın yaratılmasına katkı sunmayı hedeflemesidir. …
Emek ve Adalet bu doğrultuda sosyalistler ve İslamcılar arasındaki ötekileştirmeyi kıracak bir fikri ve eylemsel damarın yaratılmasına katkı sunmayı başlıca faaliyet alanlarından biri olarak kabul eder…”
Ortadoğu ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi Sempozyumu, yukarıdaki amaçlar doğrultusunda yola çıkan Emek ve Adalet Platformu’nun ilk kamusal etkinliği. Muhammed Buazizi’nin şahsında sembolleşen Ortadoğu’nun tüm mazlumlarını ve direnişçilerini selamlıyoruz. Derin toplumsal adaletsizliklerin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de süregeldiğini biliyor, yaşıyoruz. Hepimizin farklı çevrelerde verdiği adalet mücadelesinin ülkemizde etkili ve kalıcı dönüşümlere sebebiyet verebilmesi için yeni fikirlere, yeni diyaloglara, yeni kimliklere ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Bu sempozyumun bu çerçevede zaten yapılmakta olan tartışmalara bir katkısı olacağını umuyoruz.

1. Oturum: Emek ve Adalet Meselesine Kuramsal Yaklaşımlar 11:00 – 14:00
Sudan’da Bir Müslüman Devrimci: Mahmud Muhammed Taha
Altay Ünaltay
Adalet için İktisadi Huruç
Cem Somel
Kuran’da Eşitlik ve Sosyal Adalet
İhsan Eliaçık
Politik Ekonomi ve bir Din Olarak İslam
İlhami Güler
Risale-i Nur’a Göre Emek ve Adalet
Metin Karabaşoğlu
Hanif Marksizm: İlerici Solculuktan ‘Gerici’ Devrimciliğe
Metin Kayaoğlu (Teori ve Politika Dergisi)


2. Oturum: Emek ve Adalet Mücadelesinde Pratik Arayışlar 14:30 – 17:00
Birlikte Direnme Pratiği Üretmek
Ahmet Örs (TOKAD)
Türkiye’de İslami Hareketler ve Hak Mücadelesi
Mehmet Bekaroğlu
Türkiye’de Sınıf Mücadelesi ve Siyasal Kimlikler
Zeki Kılıçaslan

Wednesday, March 23, 2011

İslam Sokak'ta

Mimar Sinan'da çalışmalar sürüyor. Mayısta yapacakları kolokyum(ilginç bi kelimeymiş) beni heyecanlandırdı aslında, gidip dinliycem inşallah, hatta imkan ve enerji olsa Türkiye'de Müslümanların soskla ilişkilenmeleri üzerine, islamcılık ve mekan konulu bir tartışma başlatabilsek ne güzel olur.

KOLEKTİF BELLEĞİN İZİNDE SOKAK VE TOPLUMSAL HAREKETLER KOLOKYUMU

İstanbul, 20-21 Mayıs 2011

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

Disiplinler Arası Kültür Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi

ve

Bellek ve Kültür Sosyolojisi Çalışmaları Derneği (BEKS)

“Sokakta var olmak”, “sokağa inmek”, “sokağı geri almak”: bu ifadeler tüm dünyada 1960’lı yılların sonunda ve 1970’li yıllar boyunca siyasi toplumsal hareketlere damgasını vurmuştu. Söz konusu siyasi toplumsal hareketler büyüklükleri, canlılıkları, kitlesellikleri ve fiziki uzamla kurdukları ilişkileriyle betimlenmekteydi. Bir yandan uzamda ayrışmış durumdaydılar (şehirler, kurtarılmış bölgeler, mahalleler, sokaklar, üniversiteler, okullar, kahvehaneler vb.) öte yandan eylem çeşitlilikleri içinde “sokakta var olmak” (sloganları, pankartları, bildirileriyle sokak eylemlilikleri, barikatlar, yazılamalar, fabrika, okul, üniversite işgalleri, sokak çatışmaları vb.) öne çıkmaktaydı.

Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasındaki süreçte oluşan “iktidar” öncelikle söz konusu “sokağı” boşaltmayı, temizlemeyi, dönüştürmeyi, “sokağa” bütünüyle hâkim olmayı hedefledi. Silahlı kuvvetlerin 12 Eylül’le birlikte tanklarıyla, askerleriyle sokaklarda boy göstermesi, sokağa çıkma yasakları, sokak gösterilerinin yasaklanması, duvarların sloganlardan arındırılması, meydanların devasa Türk Bayrakları ve büstlerle donatılması, sokak isimlerinin değiştirilmesi, kentsel mekânın kitlesel gösterilere elverişsiz kılınacak biçimde yeniden düzenlenmesi ve devam eden süreçte görülen sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamaları, yurttaşların sadece siyasi düzlemde değil gündelik yaşam pratikleri bağlamında da kentsel fiziki uzamla bağlarını kopardı.

Siyasal alanın bu yeniden düzenlenişi, çoğu siyasi hareketin kamusal alanla ve özellikle de sokakla bağlarını koparan depolitizasyon sürecini ve sonrasında da bireylerin apolitikleşme sürecini başlattı. 1980’li yıllar boyunca sokakların zorunlu olarak boşaltılması, terk edilmesi ve alanda yalnızlaşma, sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da gözlemlenen bir olguydu. Türkiye’de 1980’li yılların sonunda ilk kitlesel eylem kadın hareketi tarafından gerçekleştirildi. 1990’lı yıllardan itibaren tekrar yavaş yavaş “sokak” hareketlenmeye başladı. Günümüzde “Sokakta var olmak”, “sokağa inmek”, “sokağı geri almak” artık geçmişin kalıntısı olmaktan çıktı. Belleğin tazelenmesi, unutturulanın hatırlanması süreciyle karşı karşıyayız. Yakın coğrafyalarda yaşanan (Tunus, Mısır, Libya vb.) güncel tarihsel gelişmeler de sokağın siyasi açıdan taşıdığı önemin muhalif hareketler tarafından günümüzde yeniden keşfedildiğini göstermekte.

“Kolektif Belleğin İzinde Sokak ve Toplumsal Hareketler” kolokyumunun amacı şimdiye kadar sosyal bilimler alanında sadece siyasetin ve kent çalışmalarının kavramları etrafında ve kamusal alan kavramıyla birlikte tartışılmış ve sorunsallaştırılmış olan “siyasi hareketler ve fiziki uzam ilişkisini” tarihsel ve sosyolojik bir yaklaşımla yeniden ele almak, siyasalı yeniden düşünmeye olanak tanıyacak yeni kavramsal araçlar ortaya koymaktır.

Alt başlıklar:

· Toplumsal hareketler ve sokak

Bu başlıkta toplumsal/siyasal hareketlerin geçmişte ve günümüzde sokakla kurduğu ilişki, bu ilişkinin dönüşümü, siyasi eylemliliklerin ve yeni militanizm biçimlerinin sokakla ilişkisi tartışılacaktır. Türkiye’den ve dünyadan örnekler üzerine yapılan çalışmalar da bu başlık altında ele alınacaktır.

· Gündelik yaşam pratikleri ve sokak

Bu başlıkta, gündelik yaşamda “içerinin” ve “dışarının” kullanımındaki değişimler, gündelik yaşamın ve kültürel pratiklerin alışveriş merkezlerine hapsedilmesi, gündelik yaşamın ve kültürel pratiklerin sokakla kurduğu ilişkilerin geçmişi ve bugünü tartışılacaktır.

· Kitlesel sokak eylemlilikleri: deneyim aktarımı

Bu başlıkta, deneyim aktarımı çerçevesinde kitlesel sokak eylemliliklerinin geçmiş ve bugünkü deneyimlerinin paylaşılması amaçlanmaktadır.

· Bellek savaşlarının mekânı olarak sokak

Bu başlıkta, bellek hesaplaşma ve sokak, bellek mekânları, bellek ve siyasi hareketlilik, bellek ve sokak kültürü gibi konular ele alınacaktır.

· Sokağın kültürü, sokağın dili, sokağın sanatı

Bu başlıkta sokak sanatı ve siyaset, performatif eylemler ve sokak ilişkisi, sokakta üretilen alternatif kültür biçimleri vb. tartışılacaktır.

Kolokyum 20-21 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilecektir. Katılımcıların 23 Nisan 2011 tarihine kadar 300 kelimelik özetlerini bekskolokyum@gmail.com adresine göndermeleri gerekmektedir. Kolokyum sonunda seçilen bildirilerin basılması hedeflenmektedir.

23 Mart 2011

Bildiri Çağrısı

23 Nisan 2011

Bildiri Özeti Göndermek için son gün

1 Mayıs 2011

Kabul edilen bildirilerin ve programın açıklanması

20-21 Mayıs 2011

Kolokyum