Monday, October 3, 2011

Neo-İttihatçılık

buraya da koyalım istedim, son on yılın önemli yazılarından biri.

08 Eylül 2011 Perşembe
Neo-İttihatçılık?

İslam alemi iki yüzyıldan fazla bir süredir Batı'dan darbeler alıyor. En son imparatorluk çapında siyasal yıkımı yaşadı. Önce kolonyalizmin pençesine düştü, peşinden ulusdevlet çağını yaşadı... Sömürgeleştirenler aynı zamanda ulusdevlet sürecini de "bahşeden"lerdi...

İslam dünyasının siyasal parçalanmadan çok önce Batı uygarlığı ile girdiği hesaplaşma aslında hâlâ devam ediyor. Yaşanan acı tecrübeleri salt siyasal ya da ekonomik sonuçlarıyla değerlendirmek eksik, yanlış bir okuma olurdu. Nitekim yaşanan süreci medeniyet perspektifinden değerlendiremeyen aydınlar ya eksik-çarpık şekilde okudular yahut Batı'nın aynasında kendine bakma kolaycılığına kaçtılar.

Sömürgeleştirdiklerine özgürlük verenler aydınları ve seçkinleri marifetiyle kendi kendini sömürge kılmanın zihinsel prangalarını zihinlerine geçirmeyi başardı. Bu anlamda 'kendi kendini sömürgeleştirme'nin en tipik örneği Türkiye'de tecrübe edildi.

Bu tarihi süreçte, Osmanlı'nın son döneminden itibaren üç ana akım birbiriyle rekabet etti. Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık.

Batıcılık ve Türkçülük Batı'dan gelme ideolojilerdi. İslamcılık modern çehresine rağmen bu coğrafyanın varoluşsal imkanlarından beslenerek filizlendi.. Bu arada İslamcılık kavramını en genel anlamda aldığımı belirtmeliyim.

İslamcılar, Batı uygarlığıyla hesaplaşırken aynı zamanda bit teklif sunmaya çalışarak; egemen hale gelen batıcı düşünce ve siyasal temsilcilerine karşı muhalefet geliştirdi. Egemen dünya sistemi İslam dünyasında kendi siyasal modellerini icbar ederken aynı zamanda evrensellik iddiasındaki değerlerini de seçkinler eliyle yaygınlaştırmaya çalıştı. Hem siyasal sistemlere hem de Batı uygarlığının değerlerine karşı muhalefeti temsil etti İslamcılık akımı..

Osmanlı düşüş döneminden ulusdevlete uzanan yolda İslamcılık ana akım olarak muhalif planda kaldı. Kendi seçimi olmasa da dünya sisteminin bu coğrafyaya dayattığı siyasal ortam İslamcılığı olanca yerli olma imkanlarına karşın muhalefette kalamaya itti.

Modern ulusdevletin ideolojik özüne ve örgütlenmesine, taşıdığı uygarlık değerleriyle entelektüel hesaplaşmaya girerek alternatif bir duruşun imkanlarını kolladı.

Bu açıdan bakıldığında muhafazakarlıkla İslamcılığı birbirinden ayıran çizgi siyasal sistemlerin ideolojik aygıtlarına ve doğasına ilişkin geliştirdiği tavırda ortaya çıkar.. İttihatçılık sistemi onarmak üzere geliştirilmiş konjönktürel muhafazakarlıkla süslenmiş devletçi bir milliyetçilik türüydü. Ulusdevlet sonrası hatlar iyice ayrışarak sadece İslamcılık değil bizzat İslam'ın kendisi görünür plandan sürgüne gönderilecektir. Neticede devletin sosyal bir çimento olarak ehlileştirilmiş bir dini öne çıkarması İslamcı düşünceye karşı da önleyici bir tedbirdi.

Yakın dönem siyasal tarihte İslamcıların açıkça olamasa da ima ederek siyasal mücadele verdikleri olmuştur. Sistem içi bu yapılanma İslamcılığın entelektüel imkanlarını yansıttığı da söylenemez.

Son dönem daha çok dışarıdan yapılan etiketleme ile İslamcı olarak tanımlanan siyasal çizgiden gelen kadroların bu mirası reddederek gerçekleştirdikleri siyasal atılım bir yönüyle başarı öyküsüdür. Ne var ki bu öykü ne İslamcılık hanesine yazılabilir ne de alternatif sunma anlamında yeni bir perspektiftir.

Osmanlı son döneminden beri ortaya çıkan üç tarz-ı siyasetin zaman zaman devreye sokularak sistemik krizlerin aşılma denemesi bir devlet geleneği, refleksidir. Bu çerçevede AKP deneyimi en azından kültürel kodları itibariyle İslamcı köklerden gelen kadroların devreye sokularak sistem içinde alternatif olma imkanları ellerinden alınması olarak da okunabilir . Sistem hem yaşadığı en büyük krizi, kendi kendini yönetememe krizini bu zamana kadar dışarıda tutulmuş dinamik unsurlarla aşmayı hem de alternatif olma imkanlarını elinden almayı başardı. Böylece sosyolojik olarak çevredeki sessiz çoğunluğu sisteme entegre etmeyi denedi.. Ve de başarılı oldu.

Devlet, merkezin dışında kalan en dinamik unsurları, aynı zamanda küresel sistemle uzlaşmış olarak kendini yenilemiştir. Hem devlet hem de yerli muhalif unsurlar dönüşüm geçirirken küresel sistemle uyum öne çıkmıştır. Kolonyalizm sonrası ulusdevletleşme ne kadar özgürleşme ise küresel kapitalizme siyasal ve ekonomik entegrasyonun yanısıra düşünsel uyum/dönüşüm karşılığı sisteme çekilmeleri benzer bir süreci işaret eder.

Bu açıdan bakılınca Türkiye hem tarihinde önemli bir momentumu yakalamış hem de küresel sistemle, en muhalif unsurlarını dahil ederek entegre olmuştur.

Bu durumda İslamcıların devletle iç içe geçmesi, medeniyet iddialarını bir çırpıda unutarak kendilerini sistemle özdeşleşmeleri Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli başarılarından bir sayılmalıdır.

Bir bakıma İslamcılığın milliyetçiliğe dönüşüdür tanık olduğumuz. İdeolojik yapısına ilişkin sorgulamayı bir kenara bırakarak sistemle özdeşleşen muhafazakarlaşma söz konusudur. Küresel kapitalizmin değerlerini sorgulamak yerine içselleştirerek güçlenen, bölgeye nizamat vermeye soyunan muhafazakar milliyetçilik türü tanık olduğumuz. Başka ifade ile İttihatçılığa evrilen bir İslamcılık: Neo İttihatçılık

Thursday, September 29, 2011

ölenleri ayırmayın

http://www.haberciniz.biz/genc-cift-otel-odasinda-intihar-etmek-istedi-1158889h.htm

Saturday, September 24, 2011

hakkın rızasını gözetmek Allah'ın gücüne gitmekle olacak.

Wednesday, August 24, 2011

Angaralı Allah Danrı

Tasfiye'de güzelden çakmışlar Sayın'lara sayın'lara. ben de ilave edeyim kitabı iletişimden çıkacak diye geceliğini geçirmiş sağcılığa



Kitap rezalet. Siyasal ilahiyat tartışmaya çalışan bir metin ne Avrupa'da bu alandaki çalışmalarla ilgilenilmiş (Bloch'un Les Rois Thaumaturges, Kantorowicz, Apostolides, vs) ne de hermenötik bir inceleme var. Krallık, egemenlik ve iktidar kavramlarını 'kurum' kavramını unutarak (ki modern 'din' kavramı, tam da bu kitabın anladığı anlamıyla karşılaştırmalı din çalışmaları çerçevesinde William Robertson Smith tarafından 'kurum' kavramıyla birlikte düşünülmüş, Frazer ve Durkheim ya robırtsın simit sen çok yaşa diye tekrarla kendisine şukuyu basmıştır) ele almış, bu 3 temel kavramı ise 'verili' olarak kabul etmiş. İşbu semantik anakronizmin işlevselliğinde. O işlevse kavramla metafor arasında çılgın atan felsefeden (Nietzsche - Kofman - Deleuze) nasiplenmeme, gösterenle gösterilen arasına girememe arzulara dolanamamaktır. Ya hocu siz şaka mısınız amk

Tuesday, August 23, 2011

korkmayin abiler

yeni islamciligin yuz aki tokat'li tasfiye ekibinden (adina qurban) beytullah emrah once son zamanda emek ve adalet'in iftarlari uzerinden, sosyal adalet vurgulu islamciliga karsi gelistirilen liberal-sagci ataga karsin guzel bi kompozisyon, sik bir gogus hareketi yapmis. bi de bunu oyle tipik haksozcu, gart-gurt vaaz diliyle degil, cok 90'lar cok memetefe diliyle yazmi, yani 'abiler' diyalekti, 'buradayiz' vurgusu felan hos. bu vesileyle meni alintilayalim onemine binaen

Korkmayın abiler, buradayız hâlâ!

Korkmayın abiler, İslamcıyız çok şükür. Her gün yalnız Rabbimiz’e “Bizi dosdoğru yola ilet” diye dua ediyor, ayaklarımızın istikamet üzerine kalması için çabalıyoruz. Ne sağa saptık ne de sola… Ama sizin bu korkularınızdan tedirginlik duymuyor da değiliz…

Başörtüsü diyoruz, tek sorununuz bu mu diyorsunuz. Kapitalizm de var diyoruz, emek, alınteri filan; başımıza solcu mu kesildiniz diye sızlanıyorsunuz. İyi ama burnumuzun dibinde mazlum bir halk duruyor bu konuda ne yapacağız şimdi diye soruyoruz, o zaman da Kürtçülük yapmış oluyoruz. Yani siz de…

Basit bir şekilde izah edelim. 28 Şubat’ta yenildik ama alarm zilleri daha önce çalıyordu. Uyarmadınız. Olan oldu artık. Sonra karşı bir dalgayla AK Parti geldi. İslami muhalefet bayrağını ortalıklarda fazla dalgalandırmanın yıpratma ihtimali konuşulmaya başlandı. Mahallenin adamlarıydı, biraz sabretmeliydik, işte bize duble özgürlük yolları açıyordu, fırsatı iyi değerlendirmek lazımdı.

İyi de böyle bir yaklaşım, muhalif damarın devlet gövdesi içinde dolanıp dururken kördüğüm olmasına sebep olmadı mı? Doğru damara taşınamayan potansiyelin çoğu boşa akıp gitmedi mi? Kaç yıldır asıl ifsad kaynağının mevcut iktidar örgütlenmesi ve bunun yarattığı rantı paylaşmanın kavgasını veren yeni düzen taliplilerin siyasal önderliğine teslimiyet olduğunu neden yüksek sesle bağırıp çağırmadınız? Derdimiz adalet değil miydi? Niye güç elimize geçti zannına kapılıp derdinizi ikinci plana atarak birçok adaletsizliği görmezden gelmeye başladınız?

Mesela kaç yıldır düşe kalka da olsa tersten esen rüzgâra karşı verilen başörtüsü mücadelesine kayıtsız kalmak neyin nesiydi, hiç hesabını vermediniz. Şimdi YÖK eliyle ihsan edilmiş gibi sunulan fiili bir serbestliği hiç dahlimiz olmadığı halde kazanım diye deftere yazıyorsunuz. YÖK’ün kaldırılma talebinden neden vazgeçtiğinizi de ayrıca izah edersiniz artık. Bahşeden Hükümet’in atacağı adımları beklemek yerine yola düşseydiniz ya… Hem yolun güzelliğini, yolda olmanın faziletini anlatanlar siz değil miydiniz?

Kapitalizm meselesi de var tabi… Her iki kişiden biri azami çalışıp asgari ücret alırken, mevcut neoliberal politikaların pazarlamacılığını yapan siyasal iktidar tüm düzeni taşeronlaştırırken, borç-kredi-faiz sarmalı milyonlarca insanı gırtlarken “bu işler neden böyle gidiyor?” diye sormayalım mı yani? Sola öykünmeymiş, sol jargonmuş vs. İyi de kapitalizm demeden bu ekonomik düzenin nasıl işlediğini anlatabildiniz mi? Sorunun teşhisini Marx yaptı diye adamın mezarının yanından ıslık çalarak geçmemizi mi istiyorsunuz? Bu konuda yaşadığımız çağın sorunlarını, çelişkilerini tarif eden işlevsel bir kuramsal-pratik birikim bıraktınız da, şimdi biz mirasyedilik mi yapıyoruz?

Kürt meselesine gelince… Ona da karşıyım, buna da karşıyım, şuna da karşıyım derken bir türlü nerde durmanız gerektiğine karar verememişsiniz zamanında. Bugün ise devletin ayak izine basıyorsunuz, farkında değilsiniz. Madem zaten geç kalmıştınız, açılım parantezine girmek için o aceleniz de neyin nesiydi? Kaç yıldır beklemişsiniz, o günlerde de biraz serin dursaydınız, geçmişten ders alıp gerçekten çözüm mü havuç mu uzatıldığının ortaya çıkmasını bekleseydiniz, böyle angajmanlara girmeseydiniz fena mı olurdu? Nereye geldik şimdi? Siz çözüm konusunda rollerin değiştiğine bizi ikna etmeye çalışıyorsunuz. Sizi kim, nasıl ikna etti?

Derdimiz de çok, söyleyeceklerimiz de… Ve derdimizi İslamcılığın içinden söylemeye devam edeceğiz. Ne kompleksimiz var ne öykünmeciliğimiz. Çıkmazları da görüyoruz, sapmaları da… Allah’a inanıyor, tevhidi mücadele geleneğinin ilk ademden bugüne kadar getirdiği çizgiye güveniyoruz, çok şükür.

Lakin gelin görün ki, her şeyden evvel, sizi ikna eden o siyasal önderlik bizi teskin etmiyor!

Kendi cemaatinde adam biriktirme tarzı hareketleri ne kadar şık da gerçekleştirseniz bize yeterli gelmiyor.

Öyle bireysel kurtuluşlar toplamından toplumsal kurtuluşa ereceğimize inanmıyoruz.

Herkese Müslüman bir siyasal muhalefetin inşasını kaçınılmaz ve ertelenemez bir sorumluluk addediyoruz.

Çabamız da gücümüz yettiğince bunadır.

Olur ki bir kez daha yeniliriz.

Dert değil, bir kez daha ayağa kalkmaya çalışırız.

Allah bize yeter.

Yine de diyoruz ki, gelin birlikte direnelim.

Yalın ayaklı çocuklar, gözü yaşlar analar uğruna…*

* Pardon, biz hala slogan atıyoruz; meydanlardan kalma bir alışkanlık. Bu arada hâlâ oralarda bir yerdeyiz yalnızca orada kalmamakla birlikte.


Monday, June 20, 2011

eski defterlerden

"Fakat birdenbire gecenin sessizliğini saat sesleri yıktılar. Evin hemen her tarafından zaman kendini ilan ediyordu. Beyhudedir, diyordu, bütün bu ıztıraplar, unutmalar ve hatırlamalar, ben varken hepsi beyhudedir." Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, sf.125.